40 Yıl Kur’an Ayetleriyle Konuşan Kadın

40 Yıl Kur’an Ayetleriyle Konuşan Kadın 

40 Yıl Kur'an Ayetleriyle Konuşan Kadın
40 Yıl Kur’an Ayetleriyle Konuşan Kadın 

 

Tebe-i Tâbiîn neslinden Abdullah İbni Mübarek hazretleri anlatıyor: Hacca gidiyordum. Irak-Suriye topraklarından geçerken yalnız bir kadına rastladım. Selâm verdim, selâmımı;

سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحٖيمٍ
“Söz olarak Rahîm bir rabden selâm sözüdür onların duyacağı.”(Yâsîn, 36: 58 ) âyetiyle aldı.
“Buralarda ne yapıyorsun?” diye sordum.

مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِىَ لَهُ وَيَذَرُهُمْ فٖى طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
“Allah kimi yoldan çıkarmışsa, ona yol bulduracak yoktur.”(A’râf, 7: 186) âyetini okudu.
Anladım ki, yolunu kaybetmiş. Nereye gittiğini sorunca;

سُبْحَانَ الَّذٖى اَسْرٰى بِعَبْدِهٖ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِالْاَقْصَا الَّذٖى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَا اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ
“Bir gece kulunu Mescid-i Haramdan alıp Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ı tesbih ederim.” (İsrâ, 17: 1) âyetiyle karşılık verdi.

Anladım ki, geçtiğimiz hac mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs’e gidiyor.
“Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin?” dedim.

ثَلٰثَ لَيَالٍ سَوِيًّا
“Tam üç gece (yani üç gündür).”(Meryem, 19: 10) dedi. Yiyecek verme teklifinde bulundum;

ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْل
“Sonra orucunuzu gün batıncaya kadar tamamlayın.”(Bakara, 2: 187) âyetini okudu.
“İyi de Ramazan’da değiliz” dedim.

وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَلٖيم
“Kim Allah için nafile bir hayır yaparsa, Allah her hayrın karşılığını verendir, her şeyi hakkıyla bilendir.”(Bakara, 2: 158) âyetiyle cevap verdi. “Yolculukta oruç açılabilir” dedim.

وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ
“Ama orucu tutarsanız, bu hakkınızda daha hayırlıdır.”(Bakara, 2: 184) âyetini okudu.
Niye benim gibi konuşmadığını sordum.

مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلَّا لَدَيْهِ رَقٖيبٌ عَتٖيدٌ
“Ağzından tek bir söz bile çıkmasın ki, yanında onu gözleyen ve o sözü kaydetmeye hazır bir gözcü bulunmamış olsun.”(Kâf, 50: 18) dedi. “Kimlerdensin?” diye sordum.

وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهٖ عِلْمٌ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ اُولٰئِكَكَانَ عَنْهُ مَسْؤُلًا
“Bu konuda bilgin yok (ailemi söylesem de tanımazsın). Sonra göz de, kulak da, kalp de (görmeden, kesin bilgiye dayalı olmadan verdiğin her hükümden) sorumludur.”(İsrâ, 17: 36) âyetiyle cevap verdi. “Hata ettim, hakkını helâl et!” dedim.

 قَالَ لَا تَثْرٖيبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمٖينَ
“Bugün size kınama yok. Allah, sizi bağışlasın.”(Yusuf, 12: 92) dedi. Deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum.

وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِهٖ عَلٖيمٌ
“Hayır adına ne işlerseniz Allah onu bilir.”(Bakara, 2: 215) âyetiyle mukabele etti. Devemi yanına getirdim. Binecekken;

قُلْ لِلْمُؤْمِنٖينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ
“Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını sakınsınlar.”(Nûr, 24: 30) âyetini okudu. Gözlerimi çevirdim. Binecekken deve ürküp kaçtı, bu arada elbisesi az yırtıldı.

وَمَا اَصَابَكُمْ مِنْ مُصٖيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْدٖيكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَثٖيرٍ
“Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak etmeniz sebebiyledir.”(Şûrâ, 42: 30) âyetini mırıldandı. “Sabret, deveyi bağlayayım!” dedim.

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَ وَكُلًّا اٰتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا
“Bu hususta Süleyman’ı anlayışlı ve daha isabetli davranır kıldık”(Enbiyâ, 21: 79) âyetini okuyarak, devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı olduğumu kastetti. Deveye bindi ve:

سُبْحَانَ الَّذٖى سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنٖينَ
“Bunu bize baş eğdiren Allah’ı tesbih ederim; yoksa bunu biz başaramazdık.
 
وَاِنَّا اِلٰى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ
Ve sonunda şüphesiz Rabbimize döneceğiz!”(Zuhruf, 43: 13-14) âyetlerini okudu.

“Haydi!” diye, deveyi hızlandırdım.

وَاقْصِدْ فٖى مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ اِنَّ اَنْكَرَ الْاَصْوَاتِ لَصَوْتُالْحَمٖيرِ
“Yürüyüşünde (ve davranışlarında) vakur ol ve sesini yükseltme. Seslerin en çirkini, (bağıran) eşeğin sesidir!”(Lokman, 31: 19) mukabelesinde bulundu.

Yürürken şiir okumaya başladım.

فَاقْرَؤُا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِ
“Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun!”(Müzzemmil: 20) dedi.
“Şiir okumak haram değil ki!” dedim.

وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّا اُولُوا الْاَلْبَابِ
“Bu hususu ancak gerçek idrak ve basiret sahipleri düşünüp anlar!”(Bakara, 2: 269) cevabını verdi. Bir süre gittik; sonra evli olup olmadığını sordum.

يَا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَسْپَلُوا عَنْ اَشْيَاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ
“Ey iman edenler! Cevabı verildiğinde sizi üzecek meselelerden sormayın!”(Mâide, 5: 101) âyetini okudu. Derken kafilesine ulaştık ve “Kafile içinde kimsen var mı?” dedim.

اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ زٖينَةُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا
“Mal ve evlât dünya hayatının süsüdür!”(Kehf, 18: 46) dedi. Anladım ki, evlâdı var. İsimlerini sordum:

وَاتَّخَذَ اللّٰهُ اِبْرٰهٖيمَ خَلٖيلًا
“Allah İbrahim’i dost edindi;وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْلٖيمًاAllah Musa ile konuştu;
يَا يَحْيٰى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍ  Ey Yahya, Kitaba kuvvetle tutun!”(Nisâ, 4: 125, 164; Meryem, 19: 12) âyetlerini okudu.

“يَا اِبْرٰهٖيمُEy İbrahim!(Hûd, 11: 76),يَا مُوسٰىEy Musa!(Bakara, 2: 55),يَا عٖيسٰىEy İsa!(Âl-i İmran, 3: 55)” diye kafileye seslendi. Nur yüzlü üç genç “Buyur!” diye çıkageldi. Onlara para verip;

فَابْعَثُوا اَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هٰذِهٖ اِلَى الْمَدٖينَةِ فَلْيَنْظُرْ اَيُّهَا اَزْكٰى طَعَامًافَلْيَاْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ وَلْيَتَلَطَّفْ وَلَا يُشْعِرَنَّ بِكُمْ اَحَدًا
“Bununla içinizden birini şehre yollayın! Yemeklerin helâl ve temiz olanına baksın ve size bir yiyecek getirsin. Dikkatli davransın!”(Kehf, 18: 19) dedi. Yiyecek gelince bana;

كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنٖيپًا بِمَا اَسْلَفْتُمْ فِى الْاَيَّامِ الْخَالِيَةِ
“Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında şimdi afiyetle yiyip için!”(Hâkka, 69: 24) dedi.
Çocuklara, “Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem!” dedim:

“Annemiz” dediler, “Ağzından Cenab-ı Allah’ın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır böyle sadece Kur’an’la konuşur.

İbni Mübarek, bu hadiseyi Kur’an’da her şeyin bulunduğuna delil olarak anlatırdı.

 

Arif Arslan