Başarı için Mearic Suresi Anlamı ve Tefsiri

Başarı için Mearic Suresi Anlamı ve Tefsiri

Başarı için Mearic Suresi Anlamı ve Tefsiri

Her konuda başarıya ulaşmak için Mearic suresi 180 defa okunur.  Mearic Suresini sürekli zikreden, er ya da geç başarıya ulaşır,
• Her kim akşam yatarken Mearic suresini okumayı adet haline getirirse, Allah’u Teala o kimseyi korkulu rüya görmekten muhafaza eder.
• Kıyamet korkularından emin olmak için Mearic suresi 10 kere okunur.   Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Her kim Mearic suresini okursa, Allah’u Teala ona emanete riayet eden, verdiği sözde duran kişilerin sevabıyla namazlarını muhafaza edenlere (vereceği) sevabı ihsan eder.”
Mearic Suresi : 
1. Sееlе sailun bi’azabin vakı’ın.
2. Lilkafirnе lеysе lеhu dafi’un.
3. Minallahi ziylmе’arici.
4. Ta’ruculmеlaikеtu vеrruhu ilеyhi fiy yеvmin kanе mikdaruhu hamsiynе еlfе sеnеtin.
5. Fasbir sabrеn cеmiylеn.
6. İnnеhum yеrеvnеhu bе’ıydеn.
7. Vе nеrahu kariybеn.
8. Yеvmе tеkunussеma’u kеlmuhli.
9. Vе tеkunulcibalu kеl’ıhni.
10. Vе la yеs’еlu hamiymun hamiymеn.
11. Yubassarunеhum yеvеddulmucrimu lеv yеftеdiy min ‘azabi yеvmеizin bibеniyhi.
12. Vе sahıbеtihi vе еhıyhi.
13. Vе fasıylеtihillеtiy tu’viyhi.
14. Vе mеn fiyl’ardı cеmiy’an summе yunciyhi.
15. Kеlla innеha lеza.
16. Nеzza’atеn lişşеva.
17. Tеd’u mеn еdbеrе vе tеvеlla.
18. Vе cеma’a fееv’a.
19. İnnеl’insanе hulika hеlu’an.
20. İza mеssеhuşşеrru cеzu’an.
21. Vе iza mеssеhulhayru mеnu’an.
22. İllеlmusalliynе.
23. Ellеziynеhum ‘ala salatihim daimunе.
24. Vеllеziynе fiy еmvalihim hakkun ma’lumun.
25. Lissaili vеlmahrumi.
26. Vеllеziynе yusaddikunе biyеvmiddiyni.
27. Vеllеziynе hum min ‘azabi rabbihim muşrikunе.
28. İnnе ‘azabе rabbihim ğayru mе’munin.
29. Vеllеziynе hum lifurucihim hafizunе.
30. İlla ‘ala еzvacihim еv ma mеlеkеt еymanuhum fеinnеhum ğayru mеlumiynе.
31. Fеmеnibtеğa vеraе zalikе fеulaikе humul’adunе.
32. Vеllеziynе hum liеmanatihim vе ‘ahdihim ra’unе.
33. Vеllеziynе hum bişеhadatihim kaimunе.
34. Vеllеziynе hum ‘ala salatihim yuhafizunе.
35. Ulaikе fiy cеnnatin mukrеmunе.
36. Fеmalillеziynе kеfеru kıbеlеkе muhtı’ıynе.
37. Anilyеmiyni vе ‘anişşimali ‘ıziynе.
38. Eyatmе’u kullumriin minhum еn yudhalе cеnnеtе na’ıymin.
39. Kеlla inna halaknahum mimma ya’lеmunе.
40. Fеla uksimu birabbilmеşarikı vеlmеğaribi inna likadirunе.
41. Ala еn nubеddilе hayrеn minhum vе ma nahnu bimеsbukıynе.
42. Fеzеrhum yеhudu vе yеl’adunе.
43. Yеvmе yahrucunе minеl’еcdasi sira’an kееnnеhum ila nusubin yufidunе.
44. Haşi’atеn еbsaruhum tеrhеkuhum zillеtun zalikеlyеvmullеziy kanu yu’adunе. 
Anlamı: 

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla

1- İstekte bulunan biri, (muhakkak) gerçekleşecek olan bir azabı istedi.

2- Kafirler için olan bu (azabı) geri çevirecek yoktur.

3- (Bu azap) Yüce makamlar sahibi olan Allah’tandır.

4- Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir.

5- Şu halde, güzel bir sabır (göstererek) sabret.

6- Çünkü, gerçekten onlar, bunu uzak görüyorlar.

7- Biz ise, onu pek yakın görüyoruz.

8- Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün;

9- Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengarenk yün gibi olacak.

10- (Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz.

11- Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister;

12- Kendi eşini ve kardeşini,

13- Ve onu barındıran aşiretini de;

14- Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa.

15- Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir:

16- Başın derisini kavurup-soyar.

17- Yüz çevirip arkasını döneni çağırır-durur.

18- (Durmaksızın mal ve servet) Toplayıp bir yerde (üstüste) yığmakta olanı.

19- Gerçekten, insan, ‘bencil ve haris’ olarak yaratıldı.

20- Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar.

21- Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (veya cimrilik eder).

22- Ancak namaz kılanlar hariç;

23- Ki onlar, namazlarında süreklidirler.

24- Ve onların mallarında belirli bir hak vardır:

25- Yoksul ve yoksun olan(lar)için.

26- Onlar, din gününü tasdik etmektedirler.

27- Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar.

28- Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz.

29- Ve onlar, ırzlarını (ferç) korurlar;

30- Ancak kendi eşleri ya da sağ ellerinin malik olduğu başka; çünkü onlar (bunlardan dolayı) kınanmazlar.

31- Fakat bunun ötesini arayanlar, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir.

32- (Bir de) Onlar, kendilerine verilen emanete ve verdikleri ahde (harfiyyen) riayet edenlerdir.

33- Şahidliklerinde dosdoğru davrananlardır.

34- Namazlarını (titizlikle) koruyanlardır.

35- İşte onlar, cennetler içinde ağırlananlardır.

36- Şimdi inkar edenlere ne oluyor ki, boyunlarını sana uzatıp koşuyorlar.

37- Sağ yandan ve sol yandan bölükler halinde.

38- Onlardan her biri, nimetlerle donatılmış cennete gireceğini mi umuyor (tamah ediyor)?

39- Hayır; doğrusu Biz onları bildikleri şeyden yarattık.

40- Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz;

41- Onların yerine kendilerinden daha hayırlılarına getirip-değiştirmeye. Üstelik Bizim önümüze geçilemez.

42- Şu halde sen, kendilerine vadedilen (azap) günlerine kavuşuncaya kadar onları bırak; dalıp-oynasınlar, oyalansınlar.

43- Kabirlerinden koşarcasına çıkarılacakları gün, sanki onlar dikili birşeye yönelmiş gibidirler.

44- Gözleri ‘korkudan ve dehşetten düşük’ yüzlerini de bir zillet kaplamış; işte bu, kendilerine vadedilmekte olan (kıyamet ve azap) günüdür.

 

MEARİC SURESİ TEFSİRİ 

Mekke döneminde inmiştir. 44 âyettir. Sûre, adını üçüncü âyetteki “elMe’aric”kelimesinden almıştır. Me’âric, yükselme yolları demektir. Sûrede başlıca, Mekke müşriklerinin inkâr, inat ve azgınlıkları, insan tabiatının bazı yönleri, ölüm ötesi hayatın gerçekliği konu edilmektedir.

 

Mushaftaki sıralamada yetmişinci, iniş sırasına göre yetmiş dokuzuncu sûredir. Hâkka sûresinden sonra, Nebe’ sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 24. âyetinin Medine’de indiğine dair rivayet genel kabul görmemiştir (İbn Âşûr, XXIX, 152).

 

Meâric sûresinde kıyamet halleri, öldükten sonra dirilme, hesap gününün sıkıntıları, cehennem azabı, âhiret hayatı ve peygamberlik gibi İslâm’ın inanç esasları ele alınmaktadır. Sûrede cömertlik ve cimrilik konularından bahsedilir; müminlerin güzel vasıfları, iyi işleri ve üstün ahlâkı anlatılır; inkârcıların Hz. Peygamber’e karşı tutumları değerlendirilir.

 

“Huzuruna yükselmenin birçok yolu” diye çevirdiğimiz meâric (tekili: mi‘rec) “yükselme vasıtaları” demektir. Bazı müfessirler bu kelimeye, “meleklerin yükseldiği gökler, Allah’ın mahlûkata lutfettiği nimetlerin mertebeleri, cennetteki dereceler, mânevî ve ruhanî mertebeler” gibi açıklamalar getirmişlerdir (Elmalılı, XIII, 5352). Bir kısım müfessirler ise meârici mecaz olarak insanı Allah’ın varlığını kavramaya ve O’nunla mânevî yakınlık kurmaya götüren yollar olarak yorumlamışlardır (bk. Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, XXIX, 56; Esed, III, 1186). Bizim “istedi” diye çevirdiğimiz sûrenin ilk kelimesi “sormak” mânasına da geldiği için bunu “Birisi … sordu” şeklinde çeviren ve anlayanlar da olmuştur.Rivayete göre müşriklerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber’e, alaylı bir üslûpla, haber verdiği azabın gelip gelmeyeceğini, gelecekse bunun ne zaman gerçekleşeceğini soruyorlardı. Bir rivayete göre bu soruları soran Nadr b. Hâris idi (bk. İbn Âşûr, XXIX, 153). 2. âyet bizim tercih ettiğimiz mânayı desteklemektedir. Buna göre inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği kitap doğru ise Allah tarafından başlarına taş yağdırılmasını veya büyük bir ceza ile cezalandırılmalarını istemişlerdi. Müşriklerin, aslında alay ve inkâr yollu ortaya koydukları bu tür sorularına ve isteklerine cevap olmak üzere 2. âyette, onlar ihtimal vermese de, vakti geldiğinde Hz. Peygamber’in haber verdiği azabın mutlaka gerçekleşeceği, bunu hiç kimsenin önleyemeyeceği bildirilmiştir.

 Müfessirlere göre 4. âyette geçen “ruh”tan maksat Cebrâil’dir; “miktarı elli bin yıl olan gün”den ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı müfessirler buradaki elli bin yılı dünyanın ömrü, bazıları kıyametin oluş süresi, kimileri de âhirette kulların hesap vereceği süre olarak açıklamışlardır. Bir görüşe göre kıyametin müddeti inkârcılar için elli bin sene, müminler için sadece bir günün muayyen bölümü kadar sürecektir. Elli bin senenin, âhiret hayatının toplam süresi olduğunu ileri sürenler de vardır. Ancak bize göre bu yorumların hiçbirinin kabul edilebilir bir mesnedi ve gerçekliği yoktur. Bir önceki âyette geçen “huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan” şeklindeki ifadenin ardından burada da “Melekler, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde O’na yükselmektedirler” buyurulmuştur. Görüldüğü gibi bu ifadenin kıyamet ve uhrevî hesapla, dünya veya âhiretin süresiyle bir ilgisi yoktur; sadece meleklerin Allah’a yükselmesinden söz edilmektedir. Şevkânî’nin naklettiği bir yorumda da belirtildiği gibi bu âyetteki elli bin sayısı bu mertebelerin ne kadar yüce olduğunu zihinlerde canlandırmayı amaçlayan temsilî bir anlatımdır (V, 332; krş. Hac 22/47).
“Uzak görüyorlar” diye çevirdiğimiz ifadeyi “imkânsız görüyorlar” şeklinde anlamak da mümkündür. Zira müşrikler öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettikleri için kıyamet, âhiret ve hesap gibi olayların gerçekleşmesini imkânsız buluyor, bunların gerçekleşeceğini haber veren Hz. Peygamber’le alay ediyorlardı. Onların bu tutumlarına karşı peygamberden sabırlı olması istenmekte, ayrıca iddia ettikleri gibi kıyamet olayının imkânsız olmadığı, yakında muhakkak gerçekleşeceği haber verilerek inkârcılar uyarılmakta, Hz. Peygamber de teselli edilmektedir.

 8-18. Kıyamet olayının; inkârcı ve mücrimlerin mahşer ve hesap ortamında yaşadıkları derin bunalımın, onları bu âkıbete sürükleyen başlıca kötülüklerin ve cehennem azabının kısa fakat kuşatıcı ve oldukça etkileyici bir anlatımı olan bu âyetlerde, ilâhî kudret ve hikmetin verdiği düzen içinde varlığını sürdüren gök cisimlerinin vakti gelince yine Allah’ın iradesiyle erimiş madenlere, dağların atılmış yüne, pamuğa dönüşeceği bildirilmekte; bu tasvirin ardından da insanın âkıbetinden sarsıcı bir kesit verilmektedir. Buna rağmen o gün suçlu kişinin, en değerli varlığı olan eşini, çocuklarını ve diğer yakınlarını, sevdiklerini, dahası bütün yeryüzündekileri gözden çıkaracak ölçüde dehşetli bir psikolojik bunalım, kaygı ve korkuya kapılacağı anlatılmaktadır. Müfessirler, burada ruh hali tasvir edilen “mücrim”in (suçlu) inkârcıları veya daha genel olarak günahkârları ifade ettiğini belirtirler.
 15 ve 16. âyetler cehennemin şiddetli azabını hatırlatmakta, 17 ve 18. âyetler ise oraya girenlerin bu sonuçla karşılaşmalarının başlıca sebeplerine dikkat çekmektedir ki bunlar, a) Peygamberin getirdiği hak dine, tevhid inancına sırt çevirmek, b) Servetinden muhtaçları faydalandırmamak, yani toplumda geçim sıkıntısının hafifletilmesi için üzerine düşeni yapmamaktır. Bu iki günah, yani putperestlerin tevhid davetine sırt çevirmeleri ve maddî konularda bencillik edip insanların geçim sıkıntılarını hafifletecek harcamalar yapmaktan kaçınmaları Kur’ân-ı Kerîm’in bütününde, özellikle de Mekke’de inen sûrelerde onların en fazla eleştirilen kötülükleri olmuştur. Bu tesbite göre Kur’ân-ı Kerîm’in insanlığa yüklediği görevlerin en önemlisi ve en kuşatıcı olanı, a) Allah’ın varlık ve birliğini tanımak, b) İnsanlara yardım ve iyilik etmektir. İslâm âlimleri bu iki büyük görevi kısaca “Allah’ın buyruğuna saygı, Allah’ın yarattıklarına şefkat” şeklinde özetlemişlerdir.
O gün gökyüzü erimiş maden gibi olur.  Dağlar da atılmış renkli yüne döner. Dost dostunun halini sormaz olur.   Halbuki birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kişi, o günün azabı karşısında ister ki oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran bütün ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi fidye olarak versin de kendisini kurtarsın! Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki o (cehennem) alev alev yanan, derileri kavurup soyan bir ateştir. Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki o (cehennem) alev alev yanan, derileri kavurup soyan bir ateştir.  Haktan yüz çevirip uzaklaşmak isteyeni ve mal toplayıp üstüne oturanı kendine çağırır.
Haktan yüz çevirip uzaklaşmak isteyeni ve mal toplayıp üstüne oturanı kendine çağırır.  “Tahammülsüz” diye çevirdiğimiz helû‘ kelimesi sözlükte “sabırsız ve bir şeye aşırı derecede düşkün” anlamlarına gelen bir sıfat olup tamahkârlık, tatminsizlik, acelecilik, sabırsızlık, tahammülsüzlük, yılgınlık ve sızlanma gibi insanların tabiatında var olan bazı olumsuz özellikleri ifade eder. 20 ve 21. âyetler bu zaafı şöyle açıklamaktadır: Başına yoksulluk, hastalık, korku vb. bir sıkıntı geldiğinde sızlanır, feryat eder ve ümitsizliğe kapılır; zenginlik, sağlık, güvenlik gibi nimet ve imkânlara kavuştuğunda ise bencilleşir, cimrileşir, eriştiği nimetleri Allah’ın bir lutfu olarak değil, kendi kudret ve gayretiyle elde ettiği varlık olarak değerlendirir; ne Allah yolunda harcamada bulunur ne de insanlara yardım eder.
Bu âyetler, insanın ahlâkını yukarıda sıralanan olumsuz eğilimlerden temizlemenin veya onların etkisini kırmanın yolunu göstermektedir. Bu yol, kısaca âhiret inancıyla desteklenen güçlü bir sorumluluk duygusu geliştirmek, ibadet ve ahlâk alanında olumlu ve yapıcı davranışlar sergilemektir. Burada sıralanan davranışlar düzenli namaz kılmak, malında yoksulların hakkı bulunduğunu bilip onu ehline ödemek, âhiret kaygısı taşımak, namuslu ve iffetli olmak, emanete sadakat göstermek, şahitlikte yalan söylemekten sakınmaktır. Âyetlerin üslûbundan anlaşıldığına göre bu güzel işlerle ilgili ifade tahdîdî değil tâdâdîdir, yani bunlar örneklerdir; duruma, zamana, mekâna, imkân ve şartlara göre bu ödevlerin sayısı değişebilir. Önemli olan, kişinin 19. âyetteki deyimiyle tabiatının tahammülsüzlüğünü, nankörlük ve bencilliğini yenme iradesi gösterebilmesi, ibadetler ve ahlâkî davranışlarla ilkel kusurlarını giderip kişiliğini zenginleştirmesidir.
Rivayete göre müşrikler sağdan soldan gruplar halinde gelip Hz. Peygamber’in etrafını sarar, başına üşüşür; onun müminlere cenneti müjdelemesini, inkârcıları da cehennem azabı ile uyarmasını işitince kendisiyle alay eder, “Muhammed’in dediği gibi bunlar cennete gireceklerse biz bunlardan daha önce gireriz!” derlerdi (Zemahşerî, IV, 159-160; Şevkânî, V, 338). İşte bu âyetler onların belirtilen davranışlarındaki çelişkiye ve Hz. Peygamber’i yalancılıkla itham ettikleri halde cennete girmeyi istemelerinin ne kadar tutarsız olduğuna işaret etmektedir. Onlar peygamberle alay edince Allah Teâlâ da, “Üstelik her biri nimetler cennetine yerleştirileceğini mi umuyor?” tarzındaki bir soru ile onları yermektedir. 39. âyetteki “asla, hayır!” anlamına gelen kellâ edatı da durumun ciddi olduğunu, müşriklerin gerçekten cennete giremeyeceklerini gösterir. “Biz onları, şu bildikleri şeyden yaratmışızdır” ifadesi ise insanın, kendisine önemsiz gibi gelen spermden yaratıldığına işaret eder; bu da onun gururlanacak bir varlık olmadığını, dolayısıyla müşriklerin kendilerini üstün görüp fakir müminleri küçümsemelerinin anlamsız olduğunu gösterir (bk. Kurtubî, XVIII, 294).
“Doğular ve batılar” ifadesi, güneş, ay ve yıldızların doğduğu ve battığı noktalar yanında, yıl boyunca güneşin doğduğu ve battığı ufuktaki farklı noktaları da kapsar. Yüce Allah’ın bu şekilde yıldızların doğduğu ve battığı yerlere yemin etmesi O’nun evrendeki bütün yörünge hareketlerine hâkimiyetini ve sonsuz kudretini gösterir. “Onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter” şeklinde çevirdiğimiz cümleyi müfessirler iki türlü yorumlamışlardır: a) Bu muazzam evreni yaratan ve onun yönetimine hakim olan sonsuz kudret, inkârcıları yok edip onların yerine, kendisine iman edip emir ve yasaklarına uyan kullar da getirir, hiçbir güç buna engel olamaz. b) Bundan maksat yüce Allah’ın, insanları öldükten sonra dirilttiğinde onları dünyadaki yaratılışlarından daha sağlam ve ebedî hayata elverişli olabilecek şekilde yaratmasıdır (İbn Âşûr, XXIX, 180).
Müşriklere vaad edilen günden maksat kıyamet günü olup (bk. Şevkânî, V, 339) Hz. Peygamber teselli, inkârcılar ise tehdit edilmektedir. Müşrikler inkârlarını inatla sürdürdükleri için Allah Teâlâ peygamberine artık onları kendi hallerine bırakmasını, zamanı geldiğinde inkâr ettikleri o günü göreceklerini, hatta o zaman –inkâr etmek şöyle dursun– bir hedefe koşan yarışçılar gibi kabirlerinden kalkıp koşarak hesap yerine sevkedileceklerini haber vermektedir. Ancak Hz. Peygamber ile alay ettikleri zamanki gibi şen şakrak değil, orada kibirleri kırılmış, gözlerine korku düşmüş, utançlarından başlarını kaldıracak halleri kalmamış bir halde ve derin bir üzüntü içerisinde olacaklardır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 460